Okudum: Zülfü Livaneli - Leyla'nın Evi

12 Aralık 2015

Kitapağacı Ekim ayında Zülfü Livaneli'den Leyla'nın Evi'ni okudu, ben de onlara uydum. Kitap bir kaç gün elimde dolaştı durdu maalesef, fakat bu kitaptan çok benim vaktimin çoğunu çalışarak geçirmemle alakalıydı.




Kitapta, daha önce hiç karşılaşmamış, birbirinden çok farklı üç kişinin hayatlarının kesişmesi anlatılıyor.
Almanya'da ailesinden baskı görürken gönlünü Hip Hop müziğine kaptıran, sonra da İstanbul'a kaçan Roxy Rukiye, tüm ömrü Boğaziçi'ndeki Bosnalı yalısında geçen paşa torunu Leyla Hanım, nâm-ı diğer Büyük Hanım ve nesillerdir uşaklık yapan bir aileye mensup olup kendi oğlunun bu kaderi değiştirmesi için ömrünce uğraşmış olan Ali Yekta bey. Üçünün de hayatı en ufak detayına kadar ele alınıyor ve birbirinden enteresan şeyler öğreniyoruz. Üstelik kitap İstanbul tarihinden epey de bahsetmekte.
Bu üç kahramanı bir araya getirenler ve kitabın sonunda onların neler beklediğini ben de çok merak etmiştim ilk sayfalarda.

'Son sözüm: Leyla'nın evi, Leyla'ya.' diye bitiriverdi Livaneli romanı. Beklendik ve şaşırtmayan bir son olsa da ben bayağı hüzünlendim. İtiraf edeyim ki bu da benim ilk Livaneli kitabımdı. Bundan böyle nicelerini okuyacak dahi olsam Leyla'yı unutmayacağım sanırım.
Kitabı okurken sayfaları süratle okuyuşumun nedeni olayların sürükleyiciliğinden çok üç ana karakter ve de İstanbul tarihi hakkında gelebilecek bir sürü detaydı. Fakat bu kimseyi korkutmasın, roman gayet akıcı bir şekilde okunuyor ve sonu şaşırtmasa da insan bu Bosnalı yalısında yaşamış insanların kötü kaderine üzülmeden edemiyor.
Şairlerin söylediği gibi, "Paris güzel bir salon, Londra güzel bir park, Berlin güzel bir kışla ama İstanbul güzel bir şehir" idi.

Kitapta sözü geçen, 1930'lu yıllarda yayımlanmış adab-ı muaşeret kitaplarından da bir kac alıntı:
Bilhassa yaz sıcaklarında gezip tozduktan sonra trende veya vapurda otururken ayağınızı sıkan veya nasırınızı acıtan iskarpininizi usulcacık çıkartıyor ve havalandırıyor musunuz? Bu adi hareketi yapmağa canınızın yanmasını tercih ediniz.

Nakil vasıtalarında diz boğumlarını sıkıyor diye diz kapaklarınızdan aşağıya simit gibi kıvırdığınız çoraplarınızla sakın oturmayınız. Bu hem gülünç, hem de adiliktir. Jartiyeriniz yoksa paça lastiğinizi bollaştırınız. Laubaliliğin bu kadarı olmaz.

Bu alıntıyı da bilhassa ülkemiz erkeklerine armağan ediyorum:
Vapurda, trende, tramvayda, tünelde hülasa bütün nakil vasıtalarında yanınıza rastlayan bayanı öyle yiyecek gibi süzmeyiniz. O bir moda mankeni değildir ki üstünü başını seyredesiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder