Uzunca bir vakit yürüdü. Nehir kenarına vardığında soluklanmaya karar verdi. Etrafta kimselere rastlanmıyordu. Gri renkli ülkenin insanları böyle günlerde evlerine, yani beton labirentlerine saklanırdı. Kafalarını bile uzatmazlardı pencereden dışarıya. Böyle zamanlarda orada sadece martılara rastlamak mümkündü, onlar terk etmezdi yerlerini hiç bir zaman.
Genç kadın iliklerine kadar hissetti yağmur damlalarının teninden süzülüşünü ve ruzgarin saçını yumuşak dokunuşlarla okşayışını. Martıların çığlıklarına kulak verdi anlam yüklemek istercesine. Sevinç çığlıkları mıydı bunlar yoksa çaresiz birer haykırış mı? Bu düşünce içinde kaybetti kendini adeta. Öyle ki rüzgarın şiddetini arttırdığını, yumuşak dokunuşların gittikçe sertleştiğini hemen farkedemedi. Tutunmasa savrulacakmış gibiydi.
Rüzgar dışarıda mı yoksa onun kalbinde mi daha acımasızdı karar veremedi. Ne fark ederdi ki hem. İkisi de onu savurmaya yetiyordu. İşte o da bunu seviyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder